Anasayfa » MATERYALİZM VE MANEVİYATÇILIK KONFERANSI

MATERYALİZM VE MANEVİYATÇILIK KONFERANSI

Yazar: yonetici
0 Yorum 272 Görüntüleyen

MATERYALİZM VE MANEVİYATÇILIK

 

 

 

19 Şubat 1976:
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN

 

 

MİLLET MECLİSİ KONUŞMASI (Materyalizm ve Maneviyatçılık)

 

 

DÖRDÜNCÜ BEŞ YILLIK PLAN

 

 


Muhterem Milletvekilleri, Devlet Planlama Teşkilâtı Bütçesi üzerinde yapılan konuşmalarda kıymetli arkadaşlarımızın temas ettikleri hususlarda bu açıklamaları yaptıktan sonra da şimdi mü-saade ederseniz en son temas etmeyi uygun gördüğüm noktaya ve konuya gelmiş bulunuyoruz.
Bu nokta nedir?

 

 

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NECMETTİN ERBAKAN (Konya)

 

 

Muhterem Milletvekilleri, şimdi Üçüncü Beş Yıllık Planın üçüncü yılını arkada bıraktık, dördüncü yılma girdik, inşallah bu bütçe Yüce Meclisin tasvibine mazhar olduktan sonra Mart ayından itibaren Dördüncü Beş Yıllık Planın çalışmalarına başlanacaktır. Dördüncü Baş Yıllık Plan hakkında çeşitli vesilelerle Bütçe Komis-yonunda, Senatomuzda ve Yüce Mecliste arkadaşlarımızın çeşitli fikirleri serdolundu.
Ümit ediyorum ki, önümüzdeki Meclis çalışmalarımızda bütün partilerimizin hepsinin fikirlerinin katkısıyla Dördüncü Beş Yıllık Planı en sağlam temellere oturtmak imkânını buluruz. Bunu te-menni ediyoruz.
Bu fırsatları ve bu vesileleri hazırlamaya Hükümet olarak biz de gayret edeceğiz. Bütün Meclislerimizin, bütün partilerimizin fi-kirlerini almakta, Dördüncü Beş Yıllık Plan hazırlanırken sadece yarar görürüz. Bunu hatta kendilerinden rica edeceğiz. Bu vesile-leri burada ihdas etmeye gayret göstereceğiz. Çünkü plan ülkemizin bütününe ait bir çalışmadır. Bütün partilerin bu hususta fikirlerini serdetmeleri, sadece fayda getirir.
Dördüncü Beş Yıllık Planın temel prensipleri ne olacaktır me-selesinde ümit ediyorum ki, bugün Yüce Mecliste başlamış olan bir tartışmadan büyük faydalar hasıl olacaktır. Bu tartışma sabahle-yin Yüce Meclisimizde yapılmış bulunan materyalizm ve maneviyatçılık meselesidir.
Bu konuyu, konuşmamızın en sonuna ayırmakta yarar gördüm ve bunu Dördüncü Beş Yıllık Planın temel ilkelerinin tartışmasının bir başlangıcı sayarak şu a ele almakta fayda görüyorum.

 

 


MATERYALİZM VE MANEVİYATÇ1LIK

 

 

Muhterem milletvekilleri, her şeyden önce belirteyim ki, Dör-düncü Beş Yıllık Pla hiç şüphesiz tekrar ağır sanayi esas ola-cak. Dördüncü Beş Yıllık Pla ihracata dönük projelerimiz esas olacak. Harp sanayimiz önemli yer tutacaktır. Bunların ölçülerini, tercihlerini, miktarlarını hep beraber tartışarak olgunlaştıracağız. Ancak Dördüncü Beş Yıllık Planın asıl en fazla münakaşa etmemiz lâzım gelen konusu, materyalizm ve maneviyatçılık meselesi olaca-ğını şimdiden hissediyorum.
Her şeyden önce belirteyim ki, Üçüncü Beş Yıllık Pla bun-ların enine boyuna tartışılması için yeteri kadar vakit ayrılama-mıştır. O zaman da işaret ettik: Şimdi siz, bu yıl polis teçhizatına, toplum polisine 500 milyon ayırıyorsunuz, manevi kalkınmaya bir şey ayırmıyorsunuz. Geliniz manevi kalkınmaya ehemmiyet verelim ve bizler her yıl hızla materyalist polisiye tedbirlerin arttırılması mecburiyetini kökünden orta yerden kaldıralım. (AP sıralarından «bravo» sesleri, alkışlar).
Dördüncü Beş Yıllık Pla bu plana ana istikamet verirken, bu tartışmaların açılmasının çok yararlı olacağına kâniyim.
Muhterem milletvekilleri, bu önemli konuyu belirttikten son-ra şimdi şu noktaya geçmek istiyorum :
Her şeyden önce Yüce Mecliste maneviyatçılık ve materyalizm meselelerinin konuşma konusu olmasından büyük memnuniyet du-yuyorum. Çünkü bunları konuştuğumuz zaman sonunda faydalı yolu aydınlık yolu hep beraber bulacağımızdan baştan eminim. Ondan dolayı Yüce Meclisimizde bu meselenin hakikaten bir tartışma ko-nusu olmasından samimî olarak bahtiyarlık duymaktayım.
Bu noktayı da tespit ettikten sonra müsaade buyurursanız sabahki konuşmadan Dördüncü Beş Yıllık Plana temel ilke olarak çıkartmak istediğim hususun kısaca arzına geçmek istiyorum.
Sabahleyin huzurlarınızda bendeniz geldim sizlere ne arz et-tim muhterem milletvekilleri? Sizlere geldim şunu söyledim, dedim ki, «Biz millî ve manevî değerlere bağlı bir Hükümetin üyeleriyiz. Dört parti bir araya geldik, millî ve manevî değerlere bağlılığımızı aramızda temel taş yaptık, bu temel tasa dayanarak bugünkü Hü-kümetimiz kuruldu.»
Bu noktayı sizlere belirttikten sonra, millî ve manevî değer-lere bağlı, bir Hükümetin sözcüsü olarak huzurlarınıza geldim. «Bugünkü anarşik olayları ortadan kaldırmak istiyorsak, polisiye tedbirler yetmez» dedim. Evlatlarımızı millî bir maarif içerisinde, materyalizmden uzaklaştırıp, maneviyatçı olarak yetiştirmek mec-buriyetindeyiz dedim. Hükümet programımızın içerisinde bir ana maddeyi geldim huzurlarınızda ifade ettim ve bundan da ne kastettiğimi açıkladım. Dedim ki, bakınız bugünkü maarifimiz materyalisttir. Bugün çocuklarımıza maneviyat öğretelim diye okuttuğu-muz bir psikoloji kitabında çocuğa akıl öğretiyoruz, zekâ ve dik-kati öğretiyoruz ama bu çocuk niye bankayı soymaması lâzım bunu çocuklarımıza öğretemiyoruz. Öğretemediğimiz için de bu yanlış istikamete kaymakta olan Maarif, o çocuğumuzu yetiştirdiği zaman bu çocuk üniversiteye geldiğinde, akıl budur, dikkat budur, zekâ budur, bunu biliyor, onun için daha dikkatli, daha zeki plan-lar hazırlanıyor. Ne için? Bankayı soymak için. Niye bankayı soy-maması lâzım bunu çocuklarımıza öğretmiyoruz. ( MSP sıraların-dan alkışlar [Bravo sesleri] )
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planının temelini atarken, hu-zurlarınızda haykırıyoruz: Gelin vatanımıza, milletimize en büyük iyiliği yapalım, çocuklarımıza yalnız akılı, zekâyı değil, rahmet ne-dir, şefkat nedir, iffet nedir, merhamet nedir? Bu milletin çocukla-rına bunu öğretmeye ağırlık verelim. Kurtuluş buradadır, haberiniz olsun. (MSP, AP VE CHP sıralarından alkışlar.)
Sizlere geldim, huzurlarınızda bunu söyledim.
Bendenizin bu sözü üzerine, kıymetli Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü arkadaşımız kürsüye geldiler ve bir konuşma yaptılar. Bu konuşmanın tahlilini yapmak istiyorum. Bu konuşmanın tahlilini de peşinen belirteyim ki, şu konuşmayı yaparken dahi bendeniz Cum-huriyet Halk Partisi maneviyatçı bir partidir ve bizzat bu konuş-mayı temsilen yapmış olan arkadaşlarımızın da materyalist düşün-celi bir kimse olduğunu kabul etmiyorum. Sadece Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında temel neticeyi orta yere şimdiden koya-bilmek için, burada sarf edilmiş olan mücerret fikirleri karşıma alarak, bu fikirlerin bir tahlilini yapıp, bir neticeye gitmek istiyo-rum. Sözüm ne Cumhuriyet Halk Partisi hakkındadır, ne de bu fikirleri gelip burada serdetmiş olan kıymetli sözcü arkadaşım hak-kındadır. Sözüm, sabahleyin burada serdedilmiş olan fikirler hakkındadır, sadece.
Önce, bir defa sabahleyin buraya gelindi ve şu sözler söylendi. Denildi ki, «Burada biraz evvel yapılmış olan konuşmada Hükümet sözcüsü, Erbakan adeta maneviyatçılığı kendi inhisarına alarak bir konuşma yaptı» ithamı serdedildi. Hemen belirteyim ki muhterem arkadaşlarım, hakikî ve samimi maneviyatçılıkta maneviyat inhi-sara alınmaz. Keşke herkes maneviyatçı olsa istenir. Ondan dolayı, biz hiç bir zaman bu konuşmamızda herhangi bir şekilde şunu veya bunu inhisarımıza almak değil, hata şunu veya bunu yaptık diye da konuşmadım. Hükümet olarak hedeflerimize işaret ettim. Bu hedeflere geliniz hep beraber toplanalım dedim. Hiç bir şahsı, hiç bir partiyi kastetmedim. Sadece bu milletin evlâtları olarak, bu milleti temsil eden muhterem milletvekilleri olarak geliniz bu hedef-ler etrafında asgarî müşterekler olarak hep beraber birleşelim de-dim. Hedef kimsenin malı değildir. Hedef inşallah hepimizin müş-terek malı olacak. Bundan dolayıdır ki, «İnhisarına alınarak bir konuşma yapıldı» ithamını kabul etmek doğru değildir. Bir sürç-i lisan olarak kabul ediyorum.
Kaldı ki, muhterem arkadaşımı şahsen yakinen tanırım. Bu arkadaşım, kendisini «Şefkat, rahmet, merhamet, iffet» sözüne bu kadar uzak mı hissediyor ki, bizi yakınımıza almadan bunları kendi inhisarınızda topluyorsunuz, ithamı aklından geçiyor. Bu mefhum-lara uzak olmayacağız, bu mefhumlara çok yakın olacağız. Bu mef-humları kalbimizin, gönlümüzün meşalesi yapacağız. Çünkü saadet bundadır. Yapmazsak ne olur? İşte bu faturaları öderiz, bu Mec-liste günde on saatin 9 saatinde anarşik olayları konuşuruz, bir saatini yurt kalkınmaları meselelerine ayıramayız. Onun için, eğer yurt kalkınmasına yönelmek istiyorsak burada, bu mefhumlara sarılmak mecburiyetindeyiz.
Muhterem arkadaşlarım, bakınız sabahleyin yapılmış olan ko-nuşmada bu noktaya işaret elikten sonra bir hususu açıklamak istiyorum. O hususta şudur: Anayasamız ortadadır. Anayasamızın 10 uncu maddesi aynen, yüksek müsaadelerinizle aramızda şu a konuştuğumuz konuyla ilgili olmayan kelimelerden sarfınazar ederek arz ediyorum, Anayasamızın 10. maddesi; «Devlet… insanın maddî ve mânevi varlığını geliştirmesi için gerekli şartlan hazırlar», diyor.
Anayasanın 10 uncu maddesi Devlete bir görev veriyor. Bu milletin evlâtlarının maddî ve manevî varlığının geliştirilmesi için gereken şartlan hazırlamak, Devletin görevidir. Hükümetimiz, bu görevini müdrik olduğu içindir ki, «millî ve manevî değerlere bağ-lıyız» diye ilân ederek yola çıkmıştır; Anayasanın emrini tutuyor. Bu şartları hazırlamak görevimizdir. Biraz sonra geleceğim, sabah-leyin serdedilen fikirde, «bir başbakan akılcı olur, maneviyatçı olamaz» dendi, Bu sözü külliyen reddediyorum. Maneviyatçı olma-dan bu milletin evlâtlarının manevî varlığını geliştirmenin şartlarını hazırlayamayız. Halbuki bu, Anayasamızın üzerimize vardığı bir görevdir.
Anayasa yalnız toprak reformunu görev vermiyor. Anayasa yalnız sosyal kelimesinden çıkartılan çeşitli manaları görev vermi-yor. Anayasa, Devlete, milletin manevî varlığını geliştirmeyi de gö-rev veriyor. (MSP sıralarından alkışlar) Dördüncü Beş Yıllık Plan-da, bu temel taşı hep beraber yerine koyup öyle yola çıkacağız Allanın izniyle Saadet ve selâmetin yolu buradan geçiyor da onun için hep beraber bu yolda yürüyeceğiz.
Anayasanın 14 üncü maddesi ne diyor? Anayasanın 14. maddesi «Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını geliştirme hakkına ve kişi hürriyetine sahiptir», diyor.
Ondan dolayı, manevî varlığını geliştirme hakkına sahip, herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahip. Böyle olduktan sonra nasıl olur da herhangi bir kimsenin namaz kılması hakkında söz söyleriz, herhangi bir kimsenin abdest alması hakkında söz söyleriz? Bunlar anayasal haklardır, bunlar Anayasanın bütün fertlere vermiş olduğu haklardır ve manevî varlığın geliştirilmesi de devlete verilmiş bir görevdir.
Anayasanın bu saydığım maddelerin dışında 11, 19, 22, 26, 29, 46. maddelerinin hepsinde, bilhassa umumî ahlâkın korun-masına büyük ehemmiyet atfedilmiştir. Anayasamız, maneviyatçı ve ahlâkçı bir Anayasadır. Bu sebepten dolayı, Hükümetimizin millî ve manevî değerlere bağlı olması, Anayasanın emrine bağlı bir Hükümet olmasının tabi bir gereğidir. Biz , Anayasanın 10 uncu maddesinin emretmiş olduğu hususu yerine getirebilmek için ma-neviyatçı olmaya mecburuz.
Muhterem arkadaşlarım, bu noktayı huzurlarınızda böylece tespit ettikten sonra şimdi müsaadenizle yine sabahleyin burada serdedilmiş olan fikirlere bir kaç cümle ile dokunmak istiyorum.
Sabahleyin buraya gelindi, önce bir defa felsefenin belli bir bölümünü dahi, kanaatimce birbirine karıştıran büyük hatalar ya-pıldı. Zira, materyalizm başka şeydir, diyalektik materyalizm başka şeydir. Materyalizm, tam eski asırlardan beri sürüp gelen bir düşün-ce tarzı, diyalektik materyalizm ise sadece şu son bir iki asır esna-sında getirilmeye çalışılan bir düşünce tarzıdır. Arkadaşımızın sa-bahleyin burada serdetmiş olduğu fikir, arkadaşımızı kastetmiyorum, tekrar ediyorum, fikrini kastediyorum, diyalektik materyaliz-me ait birtakım mütalâaların serdinden ibaret oldu.
Burada, adeta inanç yerine, din yerine maddenin metafiziğinin ikame edilmesine kalkışıldı. Bunlar, bu noktalarda fikir yürütmüş insanlar için çok büyük, birbirinden ayrı ayrı meselelerdir. Din baş-ka şeydir, felsefe başka şeydir. Dinin yerine maddenin metafiziğini din zannetmek bambaşka bir iştir. Bundan dolayıdır ki, dinin yerine, reddin reddi felsefesi gibi diyalektik materyalizmle, komünizm felse-fesinde temel taşı yapılmış olan birtakım fikirlere iltifat etmenin imkânı yoktur. (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar)
Bunların hepsi boş laflardan ibarettir, hakikati kimse değiş-tiremez, reddin reddini kendine inanç yapacaksın da ne geçecek eline? Söyleyeyim mi eline ne geçecek? Eline sadece bomba ve di-namit geçecek, bomba ve dinamit. (MSP ve AP sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
İşte Dördüncü Beş Yıllık Planın çalışmalarına başlıyorum. Böyle başlayacağız Allah`ın izniyle, böyle de neticeye gideceğiz. Dördüncü Beş Yıllık Plan, maneviyatçı bir plan olacak, Anayasa-nın emrine sarahaten uyan bir plan olacaktır.
Muhterem arkadaşlarım, şunu hemen belirteyim ki, yine sa-bahleyin burada bahsedilirken, aslında bendeniz millî ve manevî değerlere bağlı bir Hükümetin sözcüsü olarak arz ettim. Evlâtları-mızı «Şu, şu, şu fikirlere sahip evlâtlar olarak yetiştirelim» dedim. Böyle bir konuşmanın üzerine, buraya gelinip de «Efendim beş va-kit namaz kılmak yerine on vakit kılmak ifrattır» seklinde ko-nuşmalar yapılmasının, ondan önce yapılmış olan bir konuşma İle alâkasını görmedim.
Şu noktanın unutulmamasını rica ederim; kötünün aşırısı da-ha kötüdür, iyinin aşırısı ise; sadece daha iyidir. Bu sözümü unut-mayın, unutmayın. (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkış-lar.)
Onun için, beş vakit namaz kılmak, benim şahsî kanaatime göre çok iyi bir şeydir, Allah hepimize nasip etsin, ama bir insan iyi ni-yetle, samimiyetle on vakit kılıyorsa, kanaatim odur ki, o insan daha iyi bir şey yapıyor, kötü bir şey yapmıyor. (MSP ve AP sırala-rından «Bravo» sesleri, alkışlar)
Bu bakımdan, birtakım mantık oyunlarına girip de beş vakit yerine on vakit kılmak gibi birtakım bahaneler koyarak; milletimi-zin bütünüyle bağlı olduğu mukaddes birtakım mefhumları herhan-gi bir şekilde gölgelendirmeye tevessül etmeyi bu kürsünün meha-betiyle bağdaşmıyor.

 

 

TAKUNYA SÖZÜ

 

 

Yine, takunya sözü burada yapıldı. Takunyanın üzerinde bir dakika durmakta fayda var, Nedir bu takunya?
ALÎ NEJAT ÖLÇEN (İstanbul) — Nalın, nalın.
DEVLET BAKANI – BAŞBAKAN YARDIMCISI NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Muhterem arkadaşlarım, çok iyi biliyor-sunuz ki, takunya, Müslümanlık dinine mensup insanlar abdest al-mak mecburiyetindedirler. Takunya, abdest alınırken bir rahatlık ve kolaylık vasıtasıdır.
NURETTİN KARSU (Erzincan) — Dairede…
DEVLET BAKANI — BAŞBAKAN YARDIMCISI NECMET-TİN ERBAKAN (Devamla) — Şimdi, takunyadan maksat şayet böyle bir kolaylık vasıtasından istifade etmemek ise; bunu fevkalâ-de yersiz ve yanlış bir görüş olarak bulurum. Yok, eğer bu söz ko-nuşulmak suretiyle, abdest almayı, hiç bir zaman «arkadaşımız bunu kastetmiştir» demiyorum. Herhangi bir kimse çıkar da bu sözü bir vesile yaparak abdest almayı tezyif etmeye kalkarsa; o zaman onun karşısında yıldırım oluruz, o zaman onun karşısında ateş oluruz, bunu herkes bilsin. (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkış-lar) DEVLET BAKANI — BAŞBAKAN YARDIMCISI NECMET-TÎN ERBAKAN (Devamla) — Muhterem arkadaşlarım, müsaade buyurursanız yine sabahleyin…
ALİ NEJAT ÖLÇEN (İstanbul) — Sayın Başkan, böyle konuş-malara daha izin verecek misiniz? Bu konuşmaların yeri burası değil.
BAŞKAN — Bir dakika efendim. Risa ediyorum efendim mü-dahale etmeyin.
DEVLET BAKANI — BAŞBAKAN YARDIMCISI NECMET-TİN ERBAKAN (Devamla) — Muhterem Başkan, yine sabahleyin bakınız burada, Dördüncü Beş Yıllık Planın temel ilkesini konuşu-yoruz.
Muhterem arkadaşlarım, yine sabahleyin burada bakınız şöyle bir fikir serdedildi.
Muhterem arkadaşlarım, bir noktada anlaşalım, zabıttan oku-yorum; Başbakanlık maneviyatla yürütülmez. Başbakanlık akılcı-lıkla yürütülür, Başbakanlık rasyonel ilimlerle yürütülür. Başba-kan maneviyata değer verebilir, ama Başbakanlık örgütü manevi-yata değer veremez, Başbakanlık örgütü yasaların üstünlüğünü, Başbakanlık örgütü hukuk devletinin üstünlüğünü» demiş, bu es-nada gürültüler olmuş. Arkadan, «Başbakanlık örgütü eşitlik ilke-sini, Başbakanlık Örgütü uygarlık kullanmak zorundadır, Başba-kanlık Örgütünde takunya giymemiz, «takunya giyince maneviyatçı olamazsınız» demiş birtakım gürültüler olmuş.
Muhterem arkadaşlarım, önce bir defa burada söylenmiş olan sözlerin içerisindeki temel yanlışlık, sanki maneviyatçılıkla akıl birbirine zıtmış gibi, birbirine ters görüşler içerisinde aydınlığa ka-vuşmamış, yeteri kadar mefhumlar düşünülmeden söylenmiş bir söz. Bunlar, birbirlerini nakzetmez. Yalnız arkadaşlarıma belirtmek isterim ki, akıl güzel bir şeydir, iyi bir şeydir, bir alettir. Rolü belli bir noktaya kadardır. Akıldan çok daha kıymetli mefhumlar var. Akıl tek başına bir işe yaramaz, akıl çok faydalı bir alettir; ama bir imanın emrinde olursa faydalıdır. (MSP ve AP sıralarından «Bra-vo» sesleri, alkışlar)
Söyle ki, her zaman içki içmeye alışmış olan bir kimse o gün akşamleyin eve giderken, onun aklı o kimseye, niye bu aksam da içmesi lâzımdır, bunun delillerini hazırlamaya meşgul olur ve bu-rada işe yarar. Halbuki niye içmemesi lâzımdır, meselesini akıl o insana göstermez. Onun için aklın rolü nedir, inancın yeri nedir, buları birbirlerine karıştırmamak mecburiyetindeyiz. Akıl, güzel bir vasıtadır, ehlinin elinde işe yarar. Yalnız o ehlin, ehil olmanın şartı iyi inançlara, doğru inançlara sahip olmakla mümkündür.
Şimdi burada tabiî çok mühim bir hususun üzerinde durmak istiyorum. Bakınız «Başbakan maneviyatçı olamaz» deniyor. Biraz önce Anayasanın sarih maddesini okudum. Maneviyatçı olmak bir emirdir, Anayasanın bir emridir. Hem kaldı ki, muhterem arkadaşlarım, daha üzerinden çok zaman geçmedi, daha 2 sene olmadı, kürsüde saatlerce tarihî yanılgıdan bahsedildi, ne diyordu o tarihi yanılgı? (MSP ile AP sıralarından alkışlar) Tarihî yanılgı ne diyordu? «Bugün ispat ediyoruz ki» diyordu. Bir insan hem maneviyatçı olur hem de ülkenin yükselmesi için en iyi gayretler içinde bulunabilir. Bugün bunu görüyoruz» dendi ve tarihî yanılgı bu kürsüden daha 2 sene geçmeden yakın bir mazide ilân edildi. (MSP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar)
Hangisidir? Bugünkü sabahleyin işittiğimiz sözler midir ta) yanılgı, yoksa 2 sene önce işittiklerimiz midir? Huzurlarınızda hatırlatayım ki, 2 sene önce söylenen söz doğrudur. Bazı kimseler tarihî yanılgının içine düşmüştür, herkes değil, milletimiz de değil sadece bazı kimseler, mahdut bazı kimseler tarihî yanılgının iç düşmüştür. İnsanların maneviyatçı olmasıyla, ilerici olmaları, ülkeyi ileriye götürmek istemelerini birbirlerine tezat zannetmişlerdir. Halbuki bu ne büyük gaflettir, bir ülkeyi en ileriye götürme maneviyattan daha üstün kuvvet mi olur? (MSP ve AP sırala dan «Bravo» sesleri, alkışlar)
Aziz kardeşlerim, bundan dolayıdır ki, burada serdedilmiş olan bu fikre iltifat etmemiz, bu fikri kabul etmemiz mümkün değildir.
Muhterem arkadaşlarım, sabahleyin burada yapılmış olan konuşmanın aslında kanaatimce en önemli bölümü şu kısımdır. Bakınız aynen zabıttan okuyorum. Burada söylenmiş olan söz şu; Maneviyatla maddiyat arasındaki farkı, maddiyat mı maneviyattan tündür, maneviyat mı maddiyattan üstündür? “Maneviyatın kol de ne yatar, sizin kökünüzde ne yatar. Onların hapsini burada tartışmak lâzımdır” diyor. «Burada tartışmak lâzımdır» sözünden dolayı bu sözleri söyleyen arkadaşıma teşekkür ederim. Bu tartışım açılmasında büyük fayda gördüğümü sözlerime başlarken de esasen ifade ettim.
BAŞKAN — Bir dakika sayın Erbakan, bir dakika müsaade eder misiniz?
Görüşülen konu öğleden evvelki ve Başbakanlık Bütçesi üze-rindeydi. Rica ediyorum, biliyorsunuz ki, 1,5 gün kadar da geri kal-dık, bu hususta yardımcı olmanızı istirham ediyorum. Buyurun efendim.
Buyurun efendim.
DEVLET BAKANI — BAŞBAKAN YARDIMCISI NECMET-TİN ERBAKAN (Devamla) — Muhterem Başkan, esasen bu önemli konuya burada işaret etmemiz zatiâlinizin tavsiyesiydi, bir.
İkincisi, şu a konuşmuş olduğum konuyu hangi baza oturt-tuğumu sözlerime başlarken arz ettim. (CHP sıralarından «doğru, doğru» sesleri) Dördüncü Beş Yıllık Planın temel ilkesini konuştuk. Devlet Plânlama Teşkilâtının bütçesi konuşulurken elbette (AP ve MSP sıralarından alkışlar) burada bu Dördüncü Beş Yıllık Planın temel ilkesini tartışacağız. Esasen bu sözleri söyleyen arkadaşımız-da bunun tartışılmasına işaret etmişler. Zannediyorum ki, Yüce Mecliste hepimiz şu konunun tartışılmasında ittifak içindeyiz. Bizim Başkanımız olarak zatiâlinizin de bu hususta müsamahakâr olaca-ğınıza inanıyoruz.
Muhterem arkadaşlarım, müsaade buyurursanız konuşmamın bu kısmını da temas etmek suretiyle bu çok mühim gördüğümüz hususunun bu günlük üzerinde bu kadar durmuş olalım.
Şimdi burada temas etmek istediğim husus şudur; Muhterem arkadaşlarım bakınız sözleri tekrar okuyorum; «Maneviyatla mad-diyat arasındaki farkı maddiyat mı üstündür, maneviyat mı üstün-dür, maneviyat mı maddiyatın üstündedir? Maneviyatın kökünde ne yatar sizin kökünüzde ne yatar bunların hepsini burada tartışmak lâzım.» Şimdi bendeniz de bu tartışmayı kabul ederek bu tartışmaya girişiyorum.
Bizim kökümüzde ne yatar açıklayacağım, maddiyat mı üs-tündür, maneviyat mı üstündür? Açıklayacağım. Varsa başkasının bir açıklaması o da gelsin, onu da zevkle dinlemek isterim.
Aziz kardeşlerim bunların hangisinin üstün olduğunu başka milletlerin çocukları birbirlerine sorabilirler, ama bu milletin evlât-ları olarak bu sualleri biz birbirimize soramayız. Şanlı tarihimizin sayısız sayfalarına, geriye gidecek değilim. Sadece şu yakında Çanakkale`den, Çanakkale`den bir sahneyi hep beraber hatırlayalım. Bu suallerin cevaplan hepsi onun içinde yatıyor.
Aziz arkadaşlarını, bu büyük milletin Çanakkale`de bütün dün-yanın birleşerek geldiği ordularına karşı kazanmış olduğu zaferi bizim gemilerimiz daha çok olduğu için mi kazık? Bizim topu-ı muz daha kuvvetli olduğu için mi kazık? Topumuzun mu adedi fazla idi, tüfeğimizin mi adedi fazla idi? Çanakkale Zaferini ne ile kazık? Çanakkale Zaferini Seyit Çavuşun imanı ile kazık. (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.) Seyit Çavuş ki, o Seyit Çavuş ki, 250 kiloluk mermiyi «Ya Allah deyip» vinç çalışmayınca tek basma kaldırıp namlunun içine yerleştirip, elimizde bir tek mermi olduğu halde o aşk, o azim, o iman ile düşmanın bel kemi-ğini kırdı.
EROL ÇEVİKÇE (Adana) — Ben 30 kiloyu kaldıramıyorum.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — Bunun için..
TEKİN İLERİ DİKMEN (Muş) — Mustafa Kemal dehasını ihmâl etmeyelim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — İmam ve inanç kuvveti hakkında tarihimizde sayısız misaller vardır. Sadece Seyit Çavuş misali…
YUSUF ZİYA YAĞCI (Ankara) — Kuman kimdi?
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) — … Bu suallerin cevabını vermeğe fazlasıyla yeter.
Aziz kardeşlerim, Çanakkale`de devirdiğimiz gemilerin içeri-sindeki düşman askerlerinin bazıları reddin reddini kendisine din saymış olabilir. Bazıları çeşitli materyalist düşünceleri kendisine inanç saymış olabilir, ama unutmayınız ki, bizim Devletimiz Ana-yasa`nın 2. maddesinde yazdığı gibi «millî» Devlet. Biz düşman gemilerinin içerisindeki «Piyerin» düşman gemilerinin içerisindeki «Petro`nun» kalbindeki inançla mükellef değiliz. (MSP ve AP sıra-larından alkışlar.) Biz millî devletin içerisinde Seyit Çavuşun kalbindeki iman ve inançla mükellefiz. Onun için şu hangisi üstündür sorusu burada gözüküyor. Sonra «Sizin kökünüzde ne yatar» deni-yor. İşte bizim kökümüzde ne yattığının açık cevabını veriyorum. Bizim kökümüzde bu Cumhuriyetin kökünde yatan yatıyor, bizim kökümüzde Seyit Çavuşun imanı yatıyor. (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.) Bizim kökümüzde Sakarya`nın imanı, bizim kökümüzde bin yıllık tarihin 50 milyon şehidin inancı yatıyor
Bizim kökümüzde şehidi şehit yapan, gaziyi gazi yapan manâ yatıyor Ya sizin kökünüzde ne yatıyor? (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.)
Dördüncü Beş Yıllık Planı Allah`ın izni ile bu temel bina edeceğiz. Hayırlı olsun. Teşekkür ederim. (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.)

 

MİLLİ ÇÖZÜM MAKALELERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi